taşıyacak bizi rüzgâr - eskimeyen şarkı

yıllar önce ilk duyduğumdan beri sıkılmadan dinlediğim ve uzun süre listemden eksik etmediğim bu şarkıyı yaklaşık bir yılın ardından yeniden dinledim. sözlerini öğrenmeyi hiç aklımdan bile geçirmemiştim. garip değil mi? halbuki ben direk sözlerine bakardım neymiş ne değilmiş öğrenmek isterdim. birkaç yerde okudum ki, benim gibi başkaları da varmış şarkının sözlerini kasten öğrenmemeye çaba sarfeden.
öyle böyle derken aklımda güzel bir yer etmiş bu şarkıyı, şurada bi arkadaş çevirmiş, ne güzel de etmiş. Albüm kayıdını değil de, öncelikle size konser versiyonunu dinletmek istiyorum. kulağı alışık olmayanlara losing my religion-rem etkisi de yapiyormus bende olmadi ama yine de belirteyim dedim.

şarkı: noir désir – le vent nous portera (taşıyacak bizi rüzgâr)
studyo kaydında yer alan manuchao'nun gitar tınılarının olmadığı, yine şarkının sonundaki saksafon solosunun olmadığı, bertrand cantat'ın gitarıyla sallana sallana şarkısını soylediği canlı performansı***

bu da orijinal klibi:

Türkçe sözleri böyleymiş efendim:
korkmuyorum yoldan
görmek lazım, tadına varmak
dalgalanışlar belimizin oyuklarında
ve güzel olacak her şey burda
taşıyacak bizi rüzgâr

mesajın büyük ayıya
ve yarışın güzergâhı
kadife bir an
hiçbir işe yaramasa da
alıp götürecek rüzgâr
yok olacak her şey ama
taşıyacak bizi rüzgâr

sarılmalar ve kurşunlamalar
ve bizi delik deşik eden şu yara
sarayı başka günlerin
dünün ve yarının
taşıyacak onları da rüzgâr

genetik omuzlarda
kromozomlar atmosferde
galaksilere giden taksiler
ve uçan halımı
alıp götürecek rüzgâr
yok olacak her şey ama
taşıyacak bizi rüzgâr

ölü yıllarımızın şu hoş kokusu
şu kapını çalabilecek olan
sonsuz kaderler
birini tutuyoruz ve elimizde ne kalıyor?
alıp götürecek rüzgâr

deniz yine yükselirken
ve herkes hesaplarını yeniden yaparken
ben senin tozlarını götürüyorum
gölgemin kuytularına
taşıyacak onları da rüzgâr
yok olacak her şey ama
taşıyacak bizi rüzgâr

bayram tatili - o rly?

o rly ile meşhur olan beyaz kar baykuşunu bilirsiniz. onun maceraları için ayrı bir blog açmayı düşünüyordum ama şimdilik uçak macerasını paylaşmak istedim :) baykuşumuz ile bizimcity'nin uyanık koyunu beni gülümsetti umarım sizi de gülümsetir.

bugun orda da cumartesi mi?

dünden beri yeniden dinlemeye başladım bu şarkiyi. resmi klibi olduğunu bilmiyordum. üzerinde herhangi bir sitenin kocaman reklamının gömülü olmadığı bir klip bulabilmem on dakikaya mâl oldu bana ama titiz olmak suç değil bu ülkede :)

feridun düzağaç epeydir listemdeki tek isim. tüm şarkılarını ayni anda dinlemiyorum elbette, seçtiğim bazılarını ise defalarca tekrarlıyorum. feridun düzagac dinlediğim için melankolik değilim, sanırım ilkokul kitaplarımıza göre kışa girerken, hâlâ sonbaharı yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyor. sonbahar.. bu kelime her seferinde beni alır götürür 2002'ye ve 2003 ilkbaharına, izmir'deki ilk senem.


Feridun Düzağaç - Cumartesi , Orijinal Alt Yazılı 2003


"bugun orda da cumartesi mi, sen de beni benim kadar özledin mi?"
evet özlüyorum, kendimi de. birçok kişiliğe büründüm, şakacı, alaycı, güvenilir, taklitçi, maceracı, meraklı, acımasız, kalpsiz, umursamaz, bencil, kendini beğenmiş ve toplumun tasvip etmediği ama bireysel açıdan popülerliği getiren ve aslında hiçbiri beni tam olarak tanımlayamayan karakterler bunlar. burdan kendi adıma çıkardığım bir şey söyleyeyim mi size? "istediğim zaman" inandırıcı bir oyuncu olabiliyorum onu keşfettim kendimde. iyi mi kötü mü bilemiyorum henüz sonuçlarıyla karşılaşmadım daha. ama insana en yakışanı, kendini oynaması, sanırım zor olan da bu. eşimiz, dostumuz, arkadaşımız, sevgilimiz, patronumuz, imkanlar zaman içinde hep kişiliğimizi ortaya koymakta engel olmuşlardır değil mi?

fotoğrafı büyütmek için tıklayınız

sünbülün râyihasın turra-i cânân getirir

ben bugun şu adresten bunu buldum:

sünbülün râyihasın turra-i cânân getirir
lutfeder bâd-ı sâbâ derdime dermân getirir

ben derim kat' ile git nâmeyi cânâna ilet
o gider sür'at ile katlime fermân getirir

ben derim nükhet-i zülfün getir ey bâd-ı sabâ
o gider başıma sevdâ-yı perîşân getirir

küfr-i zülfün urefâ rehzen-i îmân dediler
o nice küfr idi yâ rab gören îmân getirir

sâbitâ gam yeme kim zillet içinde izzet
gökyüzü ebri kaçan bağlasa bârân getirir
karanfil


meali:
"sünbülün (sevgilinin saçları) güzel kokusunu yine sevgilinin kakülü bana ulaştırır. onun saçlarını çözüp dalgalandıran sabah rüzgarı lutfeder de derdime derman ulaştırır.

ben ona, engelleri aş da, git o sevgiliye arzuhalimi ulaştır derim. o süratle gider ama, geriye benim ölümüme ferman getirir.

ben ona derim ki: ey sabah rüzgarı sevgilinin saçlarının kokusunu getir bana.
o gider ama, daha büyük bir sevdayı beraberinde getirir.

saçlarının küfrü (yüze perde olması) için ârifler, imanın yol kesicisi (yüzün aşikar görülmesine engel) dediler. fakat allah'ım o nasıl bir küfürdür ki, gören imana erer. ey sâbit! gam yeme bu âlemde, tevazu ve düşkünlük içerisinde ne yücelikler vardır. bilmez misin, gökyüzü koyu bulutlar bağlasa yağmur indirir.
"


ayrıca yazan arkadaş demiş ki:
hangi duygudaysınız onu terennüm eder bir mahiyeti vardır bu gazelin (bence). sevgiliye hasret içindeyseniz ya da sevgilisizliğin acısı üzerinizdeyse oradan yakalar, âlemin ahvâli karşısında gama düşmüşseniz ya da hiçbir şey umurunuzda değilse oradan yakalar, varlığın ne olduğu hakkındaki düşünceler sizi boğmuşsa ya da anlam konusunda fazla serbest gitmekteyseniz oradan yakalar... ne hale girerseniz oradan girer yani...

bu ask sonsuz ask

yıllar önce badem (BArış DEniz Mustafa, tamamen sallıyorum doğru olmayabilir) grubu bir albüm çıkarmıitı. ve ben o zamanlar 18 teker kamyon oyunlarında dağ dere tepe giderken dinlemekten bıkmıştım şarkılarını.
sonra ikinci albümlerini çıkardılar. bu şarkı da onların bonus/saklı parca dedikleri türden, cd'nin sonuna konmuş. gizlemli bir bağ kurmak için böyle yaptılar ise ne mutlu onlara.
bugun bayram ve benim yazacak pek bişeyim yok. yazmak pek gelmiyor içimden. siz şarkıyı dinlerken be de altına sözlerini yazayim, belki dinlerken onları okumak istersiniz.



badem sonsuz aşk
eksik bir şeyler var
maziye yaşanmıyor
resmini her gördüğümde
ellerim titriyor

uzaklarda biryerlerde
lacivert gökyüzünde
varlığın tam tam içimde
ismini yazdım gönlüme

bu aşk sonsuz aşk
bu aşk o'nsuz aşk
kalbime gömdüm diye
gözyaşım aksın hep içime

bitmez mi bu acı
dinmez mi gözyaşı
sonsuzluğun sancısı
saplanır göğsüme anıları

bu aşk sonsuz aşk
bu aşk o'nsuz aşk
kalbimde hancı kefil
üşümez narin elleri gözleri

bu aşk sonsuz aşk
bu aşk o'nsuz aşk
kalbime gömdüm diye
gözyaşım aksın hep içime

bu aşk sonsuz aşk
bu aşk o'nsuz aşk
varsın unutsun eller seni
versin karatoprak beni sana geri
bir gün gelecek... sonsuzluk bitecek...

bugün bayram

bugün bayram. bayramın ne olduğunu ne için bayram olduğunu bilmeyen ve hatta kendini bile bilmeyen üç beş kişi çıkmış değerlere söverek egolarını şişirmeye çalışıyor yine. acınası bir durum. ister az müslüman ister çok kafir ol, senin bileceğin iş dostum bu. ama sirf laf olsun diye ona buna laf atma lütfen. elbetteki hayvanlara eziyet eden beceriksizlere diyecek birşeyim yok. din bu eziyeti emrediyormus gibi hakaret edenler mi geri kafalı, hiçbir kuralı dikkate almadan olayı bi canlı boğazlamaya indirgeyen sözde müslüman mı.. her iki grup da kurban olsunlar o hayvanlara, ama sırf 3,5 takipci daha kazanmak için anlamsız hatta haklı sandığın gerekçelere dayandırdığın salakca şeyler seni oldukça komik duruma düşürüyor.

orucu yemekteyize cevirdiniz, ramazan bayramını şeker bayramı diye emolaştırdınız, şimdi de kurban bayramına mı geldi sıra? bir de yufka yürekliler var, dayanamazmış hayvancıklara, sanki kimse bilmiyor endüstriyel hayvancılığı, günde kaç hamburger döner tüketildiğini.. en azından koyun gibi birşeylere inanmıyorsunz, ama keçi gibi aksini iddia ediyorsunuz ya.. :) benden olayın sosyal medya boyutuna dair bu kadar. sosyolojik ve elbetteki gizli kalmış, bastırılmış siyasi köklerini araştırısanız bulabilirsiniz.

bayramın ne oldugunu hatırlayanların bayramını kutlarım, katliam gözüyle bakanlara ise diyecek birşeyim yok, özgür ve hür iradeniz, keyfiniz bilir.

Youtubedan secmeler

ben bugun arada sırada dinlediğim şarkılardan bir seçki yaptım, buyurunz efendim:

Lie to me - gerçek yüzünüzde


müthiş bir dizi yeni tanıştım, tavsiye ederim.
dizinin girişi şu videodaki gibi, umarım youtube hala açıktır:))

en aldatıcı gülümsemedir 0:16 daki :)

Lie to me hakkında ilerde biraz daha açıklayıcı yazı ekleyebilirim ama söz vermiyorum.
House MD dizisini izleyenlerin hiç yabancılık çekmeyeceği bir dizi Lie to Me, Cal Lightman'ın bir bastonu eksik House'tan ayrımazdınız yoksa :)

dizinun konusu genelde birbirinden bağımsız detektiflik işlerinden oluşuyor. bir vaka sonrası araştırma yapılırken kesin yargıya varmak ve olayı aydınlatmak için Lightman AŞ'den yardım isteniyor ve ekibimiz insanları yüzlerindeki mikro-ifadelerle gerçeği bulmaya çalışıyor. günlük hayatta ne kadır işimize yarar bilinmez ama gerçek gülme ve yalancıktan atılan kahkahaları ayırt etmeye başladım. önceden dikkat etmezdim pek. şimdi birisi gülümsemenin üzerinde (kahkahaya yakın) güldüğünde, gülümseme sadece dudaklarında kalıyorsa bu gerçek değilmiş. içten ve gerçek olan bir gülümseme için gözlerin kenarları ve yanakların da buna dahil olması gerekliymiş. yüzde yüz bir sonuç vermez bu bize, sonuçta ticari bir dizi bu ama, etrafınızın gözlemledikçe ilginç şeylere ulaşabilirsiniz.

bir de şu var, bir çoğumuz gerçeklerden kaçmak için arayış içindeyiz zaten, hayatı bu kadar basit şeylere indirgeyip hesaba kitaba girmeye gerek yok diyebilirsiniz.

bana göre, abartılan yerleri muhakkak var, ama bu diziden bile öğrenbileceğimiz çok şey var. insan psikolojisine merakınız varsa, davranış bilimine ilgi duyuyorsanız ve dizi izlemeyi seviyorsanız, sizin için bulunmuz bir eğlence: Lie to Me

* Dizideki kurum veya kişiler gerçek değildir, bu dizinin hayal ürünü olduğunu unutmayın. başınız sıkışınca Dr Lightman yardım et bana diye feryadı basmayın.


size bir sürprizim var: lie to me dizisinini açılışandaki videoya ek olarak o şarkıyı da paylaşmak istiyorum. sıkı durun, geliyorr..



Ryan Star - Brand new day


Şarkının sözleri de şu şekildeymiş:

I've stayed in one place for too long
Gotta get on the run again
I saw the one thing that I want
Hell bent, get outta bed
I'm throwing rocks at your window
You're tying the bed sheets together
They say that we're dreaming too big
I say this town's too small

Dream
Send me a sign
Turn back the clock
Give me some time
I need to break out
And make a new name
Let's open our eyes
To the brand new day
It's a brand new day

I've taken hits like a brawler
But I'm getting back up again
And from the moment I saw her
I was hell bent with heaven sent
I'm throwing rocks at your window
We're leaving this place together
They say that we're flying too high
Well get used to looking up

Dream
Send me a sign
Turn back the clock
Give me some time
I need to break out
And make a new name
Let's open our eyes
To the brand new day
It's a brand new day

It's a brand new day
I know it's a brand new day
Come on to the brand new day
I know it's a brand new day

Dream
Send me a sign
Turn back the clock
Give me some time
I need to break out
And make a new name
Let's open our eyes
To the brand new day
It's a brand new day

Ve buyurunuz fotoğraflarımıza, 1280x1024 boyutunda görmek için istediğiniz fotoğrafa tıklayın:





bir ara karalamıştım

bugün bir zamanlar karaladığım çizimlerden birkaçını buldum. sanırım güz dönemi finallerine çalışırken böyle bir icraate giriştim. çizimlerdeki arkadaşlar tamamen hayalimin süzgecinden geçmiş kişilerdir :))






büyük boyutta görüntülemek için fotoğraflara tıklayabilirsin

sigara sadece insanlara zararlı değil

..sigaranın sadece sağlığa değil, klavyeye de zararlı olduğunu öğrendim.

yağmurlu bir güne başlarken...

yağmurlu bir güne başlarken...


kendi aksimi görerek yürümek yağmurda..
evet ben bunu her yağmurda yaparım. geceleri sokak lambalarına bir heycanla koşar gölgem. ama orada durmaz hemen bir sonraki, boynu bükük sokak lambasına yaklaşır.

gece yağan yağmurda gölgemle adımlarımı aynı zamanda atmakta hiç acele etmem, nasıl olsa o daha usta bu konuda ve yağmurda yürümeyi gece yürümekten daha çok severim.

özür dileyecek misiniz?

şuradan alıntı yaptım: haftanın iz bırakanları.

haşmet babaoğluna sormuşlar:



Referandum sonuçları kesinleştikten sonra "hayır"cılar birdenbire Aziz Nesin'in meşhur "Türk halkının yüzde 60'ı aptaldır" sözünü hatırladılar. Facebook, twitter gib, sosyal medya alemlerinde ve eş dost sohbetlerinde birdenbire büyük "toplumbilimci" ve filozof derecesine yükseltildi. Ne diyorsunuz bu duruma?

cevap vermiş haşmet abimiz:
Bir ara facebook'ta Aziz Nesin'in bu lafını birbirlerine gönderenlere oturup tek tek şunu yazmak istedim. Referandum'dan hemen önce Aziz Nesin'in oğlu, ünlü matematikçi Ali Nesin de "yetmez ama evet" dediğini açıklamıştı. O da mı aptal?... O da mı memleketin gidişatına akıl erdiremeyecek kadar cahil biri?.. Ama Aziz Nesin'in öteki oğlu Fransa'da yaşayan Ahmet Nesin kardeşinin bu tavrına karşı çıktı!

Bizim "hayır"cıların mantığına göre Nesin'in iki oğlundan biri zeki, öteki aptal...

Aziz Nesin bu sözleri hangi gerekçeyle söylemişti?

Aslında işin o yanı daha komik... Okumadan, bilmeden atıp tutma hastalığımız var! Üstelik mızıldanmalarımızı, hayal kırıklıklarımızı fikir sanıyoruz... Aziz Nesin bu sözü 1982 Darbe Anayasa'sına yüzde 92 oy çıkınca, sandığa koşa koşa "evet" diyenlere kızdığı için söylemişti. Hatta daha sonra bu oranı "evet" diyenlerin sayısına yüseltmiş, "Halkımızın yüzde 92'si, yani Evren'e oy verenlerin tamamı aptaldır" demişti. Yani yaşasaydı 13 Eylül sabahı Evren hakkında suç duyurusunda bulunmaya gidenler arasında Aziz Nesin de olurdu! Bence en doğrusu bu yersiz mızıldanmalar ve mizah kılığındaki hakaretleri bırakmak!.. Demokrasinin güzelliği "evet"lerin olduğu yerde "hayır"ların da var olmasıdır. Seçmen zekidir! Hem Atatürkçüler neden Atatürk'ün "Türk milleti zekidir" sözüne değil de, Nesin'in "aptaldır" sözüne inanıyor. Asıl komik olan bu bence!




açıkcası bu "aptal" isimli monologta kendimi taraf olarak görmediğim ve üzerime alınmadığım için hiç araştırma gereği duymamıştım aziz nesin'e ait oldğu söylenen bu sözü.

gelmek istediğim nokta şu; kendini cumhuriyet muhafızı sanan, Atatürk'ün arkasına saklanan okumuş cahiller artık saçmalamaktan vazgeçseniz nasıl olur? suçladığınız insanlardan daha çok zarar veriyorsunuz sahip çıktıklarınıza..

geçmiş zaman olur ki


Hikaye kısmı atlayıp olayın özünü okumak istersen burayı atlayıp, aşağıdaki kırmızı yazıdan devam et:
ilk defa kral tv'de canlı performans programında duymuştum.
ayrıntılar hafiften silinmiş gibi hafızamdan ama o zamanlar kendi evimde pek durmuyordum. ziyaretine gittiğim arkdaşımda birkaç gün misafir kalıyordum.
yine öyle evden kaçma günlerimden binirde, tv'de "ah memedim" isimli asker şarkısıyla hatırladığım zeynep vardı. zaplarken dikket etmemiştim. bir süre sonra 20 kadar kanal bitip tekrar aynı yeri geldiğinde ekrana çivilendim adeta. ilk defa duymama rağmen sanki yıllardır bildiğim bir şarkı gibi gelmişti bana kurşuni renkler..

öyle etkisinde kalmıştım ki, yaklaşık bir yıl kadar "ya ben bi şarkıyı çok sevmitim ama hiç birşey hatırlamıyorum" diyerek dolaştım durdum.
ilk ve uzun süre tek dinleyişimde şaşkınlıktan ve hayranlıktan ne not almak ne sözlerini bir kadarda tutmak aklıma gelmemişti.

sonra bir gün, göksel'in bir albümünde buldum bu şarkıyı. uzunca bir süre hep listemdeydi hiç sıkılmadan dinlerdim. derken "bir şeyler değişmeli artık hayatımda" diye düşündüğüm günlerin birinde üretim hatası olduğunu bozulduğunda öğrendiğim harddiskimin ölmesiyle kaybettiğim ve belki de kaderin ufak bir dokunuşla, dijital ortamda kayıtlı tüm geçmişimi sildiği kara bir cumartesi gününde bu şarkıyı da hayatımdan çıkarmıştım.

gerçi o zamanlar, 4gb flash diske ubuntu kurarak göçebe bir hayat sürüyordum ve henüz yasaklanmamış youtube'dan ara sıra dinlesem de eski tadı vermiyordu.
sezen aksu bu şarkıyı onno tunçun vefatından sonra uzunca bir süre söylememiş. şöyle bir bölüm aktarayım size:
“Kurşuni Renkler”, Sezen Aksu’nun hem gizli kalmış hem de efsane olmuş parçalarından biri. Aslında bir Sezen-Onno ortak çalışması ve ilk olarak 1985 yılında Şan Tiyatrosu’ndaki “Sezen Aksu Söylüyor” müzikalinde söylenmiş.
“Yok olmaz, erken daha, biraz geç kalın ne olur / Hiç hazır değilim henüz / Ne olur baharlarımı bırakın bir sür
e daha / Tanıdık değil bana güz...” gibi sözleri var ki bir durup yutkunuyor insan.
Bu kıymeti dinlendikçe anlaşılan şarkının neden hiçbir Sezen Aksu albümünde yer almadığı bilinmiyor... Bilinen o ki, 1996’da Onno Tunç’un vakitsiz gidişiyle iyice hüzünlü hale gelen parçayı gün yüzüne çıkarmak 1997 yılında Göksel’e nasip olmuştu. Rivayete göre o da küçük bir kız olarak Şan Tiyatrosu’nda dinleyip gönül vermiş “Kurşuni Renkler”e.
Neticede bugüne kadar Sezen Aksu’dan a
ncak birkaç konserde canlı olarak dinlenebilen “Kurşuni Renkler”, elimizdeki albümün en kıymetli parçalarından biri.

25 yıllık şarkı:

bu alıntı işin haber veya belki de kiminde göre magazin(s)el* boyutu. uzun sözün kısası, ben bugün bu şarkıyı yeniden çıkardım kilitli sandıklarımdan, hala sapasağlam duran asma kilitlerini kırarak.
aslında hayatımı kolaylaştırmak için kendimi sınırlamak maksadıyla koyduğum saçma kurallardan biriydi diye düşünüyordum. sonra neden saçma bir kural olmadığını yaşayarak anladım. mızraklılara kafadan dalan süvari gibiyim şimdi..

bu yazının başlığı "aziz okurum/ sevgili takipçim/dostum, ben bugun bi bok yedim" olmalıydı. daha fazla devam etmek istemiyorum, zaten aklımdakileri bi türlü söyleyemedim, etrafında döndüm durdum asıl meselenin.

defalarca yazıp sildim bu satırı ama uzatmayayım. özetle: düzen değişiyor ama düzülen hep aynı kalıyor.aklınıza mukayet olun, akıllı olun. yıllar geçtikten sonra "vay be, falanca filanca kendini hiçbir şeye üzme demişti fi tarihinde, gerçekten de haklıymış... nerden biliyomuş acaba bu adam bunları" demeyin benim gibi.

*fransız dil kurumuna soralım da söylesinler magazinel mi magazinsel mi doğru türkçe'de(!)? -sel eki fransızca değilse orasına ben karışmam, onu da siz öğrenin, sonra söylersiniz.

devlet işi

Fakültemizin açık mavi renkte* olan duvarları sanki "siz burdan çıkınca koyu renkli resmi duvarları bulacaksınız karşınızda, gideceğiniz okullara hazırlıyoruz sizi" der gibi dandik, boğucu, itici, bitmeyen bürokrasiyi anımsatan bordo** renge boyanmış duvarları...


büyük boyutta görmek icin fotoğraflara tıklayabilirsiniz.

bu fotoğraflar 1 ağustosta çekildi ve henüz boya kokusu tazeliğiyle boğazlarımızı yakıyordu ki, beni sinirlendiren, asıl mesele o an gözümde taklalar atmaya başladı.

malum, yeni binamız teknolojik modern bir bina(!) her sınıfında internet bağlantısı mevcut ve koridorlarda onlarca kablonun geçtiği ne diyeyim, veri yolları mevcut.
metal askılarla güzelce sabitlenmiş, kimseye zararı olmayan bu kabloların olduğu yapılar, alçıpan ile kapatılmış. gerekçe, görüntü kirliliğiymiş.
insan biraz düşünmez mi? kabloların açıkta olması, bir düzenleme veya arıza durumunda kolayca müdahale edebilmek içindir.

fakültede bilişimle ilgili koskoca bölüm var. neden kimsenin fikri alınmadan böyle bir girişimle tüm kablolar kapatılmış? bir arıza olduğunda tamamı kırılsın, bir sürü iş çıksın, zaten yürümeyen eğitim iyice aksasın diye mi? hiç sanmıyorum böyle ileri planların üretilebileceğini..
duvarların rengini beğenmedim ama benim tepkim kimseye sorulmadan, o data kablolarının kapatılmasıdır.

sanki içinde radyoaktif atıklar akan boruları izole edilmiş, alt tarafı ethernet kablolarını alçıpan ile gizlediniz ki bu kabloların gezinmesinini sebebi de kablosuz ağ kurulmasının istenmemesiydi. meğer kablosuz internet ağı çok sağlıksızmış, ceplerindeki telefondan daha zararlıymış.

koskoca egitim fakültesi binasına, 2010 yılında, havalandırma koymayı unutmuşlardı projeyi hazırlayanlar. üfürükten tayyare bu kabloları gizleme olayını gölgede bırakır bu mesele ona hiç girmeyeyim.

ne desem bilemedim artık. yorum sizin.
not: bir iki cümleyi eğip büküp farklı yanlış anlamaları engellemek istedim. kızgınım. belki ilerde bu konudan tekrar bahsederim.

canınız sıkılmasın, biraz da eğlenin diye fakültenin angaryasını çeken yanık sesli ayhan abimizin MSP başvurusu video çekimleri sırasında kameralarımıza takılan türküsünü izleyelim:



*rengin adını tam bilmiyorum, renk isimlerinden anlamama da, ama siz biliyorsunuz.

huzur veren bir ses: yağmur

hemen adresi vereyim şu siteden alıntıladım: http://www.rainymood.com/

insana huzur veren daha güzel şeyleri sayın bakalım desem pek farklı sonuçlar çıkmaz sanıyorum.

herkesin hoşuna gidecek ortak şeyleri bulmak gittikçe zorlaşıyor bu devirde. batının rasyonalizmine sığarmı bilmem ama doğunun mistizminin göbeğinde yer alan bir sestir su sesi. belki de bunların en güzel, yağmur sesidir kışın karanlığından uyanmış bir ilk bahar sabahında ya da sıcaktan bunalmış bulutların bir armağanı yaz ortasında.

bilmem bu yağmur sesini defalarca dinlerken bir şeyin eksikliğini duyacak mısınız benim gibi? senki bi nefis yemeğin tuzu eksik. ondan birazcık olsa hayal dünyamın derinliklerindeki gerçekliğe ulaşacakmışım hissi var içimde. toprak kokusu.. o gökyüzünün şefkatini gösterdiği yağmur damlalarının toprak ile ilk buluştuğu andaki müthiş sevgi dolu, özlem dolu kucaklaşmanın armağanı. az önce her rüzgara kendini kaptıran toz, şimdi oturaklı ve ağırbaşlılığını takınır hemen. birazdan derin koynunda sakladığı binbir tohuma son kez sarılacak ve üfleyecek ruhları serbest bırakır vakti gelince onları, hepimizin sadık yâri.





Sonsuzun benimle bir savaşı var

ben bugün Candan Erçetin şarkılarını kurcalarken bir şarkı daha buldum. ilginç bir tınısı var hoşuma gitti.
bir de güzel söz duydum ki çok derin manalara sürükledi beni. hayatımdaki "o an"ları sorguladım bi an..

insan ümitli olduğu şeye köledir,
ümidi kestiği şeyden de hür olur artık...*


şarkı böyle
candar erçetin - sonsuz ♪ ♫

sözleri de şöyle:
Sonsuzun benimle bir savaşı var
Seni gördüğüm o ilk andan beri
Sonsuzun benimle bir savaşı var
Görür görmez sevdiğim zamandan beri

Sonsuz merhamet etmeyecek bana biliyorum
Sürmeyecek senle zamanım sonsuza kadar

Korkma beni yıpratmaz bunu bilmek asla
Ve sevmek istemek seni sonsuza kadar
Ben sonsuz aşkın sırrını çözmek değil
Aşkı yaşamak için burdayım sonuna kadar

* İskender Pala - Katre-i Matem sf: 397

herkes seni soruyor

Ben bugün bir yazı gördüm ve beğendim. FF'te ladymaniaq isimli bir kullanıcıdan aldım, o kimden almış bilemem:


Herkes seni soruyor.
Öldü mü diyeyim, yoksa dönecek mi?
İkisi de imkansız değil mi?
Sen benim için hiç ölmezsin..
sen benim için hiç dönmezsin..

siz yazının tadını çıkarırken bir şey ekleyeyim:
bilenler bilir, ben q harfine gıcık biriyim. hadi bi yere kadar k harfi yerine q kullanılmasını anlıyorum tasvip etmesem de. ama g harfi yerine q nasıl bir deli saçmasıdır anlamakta zorlanıyorum hala. alıntı yaptığım arkadaş sakın alınmasın onun özelinde degil. bu meseleye ilerde değinmek istiyorum aslında. simdilik selametle kalın.

peki söyle şimdi ben ne diyeyim seni soranlara?

Düşünüyorum, öyle ise... Layn!?!?!

uzun zamandır İ.O.Anar'ın Susukunlar kitabı elimde, yedi sekiz ay oldu hala biteremedim. her seferinde hikayeyi toparlayabilmek için on sayfa geriden başlıyorum ama gittikçe başa yaklaştığımı farkedince bıraktım kitabı.

aşağıda puslu kıtalar atlasından bir bölüm var, belki benim gibi okumak isteyip de fırsatını bulamayanlar için bir teşvik olur, bi gaz olur. ezberin dışında bilgiyi işleyen yorumlayan basbayağı bildiğin compile eden zehir gibi dimağlara selam olsun, ezberciler; siz de iki ters bir düz İstiklal Marşı-Gençliğe Hitabe-Onuncu Yıl Marşı-hala unutmadıysanız üç kulhü bir elham okuyun durun. sözüm, sorgulamadan-yargılamadan herşeyi olduğu gibi kabul etmeyenleri incitmesin, üzerine alıması gerekenler kendilerini şaşırtıcı derecede iyi biliyorlar :)


""düşünüyorum öyle ise varım" oldukça makul.
fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da
çıkar. düşünen bir adamı düşlüyorum. düşündüğümü bildiğim için ben varım.
düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da var olduğunu biliyorum. böylece o da benim kadar gerçek oluyor. bundan sonrası çok daha hüzünlü
bir sonuca varıyor. düşündüğünü düşlediğim bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. o gerçek ben ise
bir düş oluyorum."

Puslu Kıtalar Atlası-İhsan Oktar Anar

epub uzantılı dosyaları nasıl açacağımı öğrendim

ebup uzantılı ekitapları nasıl görüntüleyeceğinizi ister türkçe, ister ingilizce olarak google hzlerine sorun bir kere. o zaman bilgi kirliliğinin ne olduğunu göreceksiniz. ya da günün bu saatinde idrak ve muhakeme kabiliyetlerimde zaafiyet baş gösteriyor, ben bayağı ilginç anahtar kelimeler kullanmama rağmen bulamadım. gerekli gereksiz bir sürü sonucun arasında kayboldum. seo'culara sitem olsun.
neyse ki, adobe digital editions epub uzantılı dosyaları açabiliyormuş. adobe deyince haliyle pdf dosyalarına da natürel bir sevgisi var :)

anında edit bütüt:  şu firefox eklentisi daha uygundur efendim:

EPUBReader 



son zamanlarda yaptığım tek ciddi seçim

sevgili ahali, merhaba. uzuunca bir süredir bilinçli bir seçim yapmamıştım bugün yaptım seçimimi.

tumblr'daki hesabı kullanmaktan vazgectim. halbuki çok sevmiştim seni tumblr.. :( blogger'e geri döndüm.

aynı konsept ile buradan devam edecegim başınızı ağrıtmaya. ne konsepti o da neymiş diyenlere örnek aldığım sayfayı söylüyorum: http://benbugunbunuogrendim.blogspot.com/
her konuda yazmam, her şeyi bil(e)mem, her önüme gelene küfürlü konuşmam, hak edene hakkını veririm o kadar... bunlar her sözleşmede yazan rutin konular :P yapıcı olmayacaksan yorum yapma, yayınlamam bile. yapıcıdan kastım sadece olumlu değil, anladın sen onu :) bu arada gercek üstü adım yusuf. yusuf selim diyen arkadaşlar da mevcut.

Ramazan günlüğü - Çocuk gözüyle

Ramazan 1
Bu gün evde bir acaiplik var. Herkes sessizce işine okuluna gidiyor.
Annem 'Zeynep hadi sana kahvaltı hazırlayalım' dedi.
Kimse yemek yemiyor, su içmiyor. Ablam bile!

Ramazan 5
Önce diyet yaptıklarını sanmıştım. Takip ettim hepsini.
Akşama doğru hepsi sessizleşiyor. Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyorlar.
Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki.
Başka zaman, susmak bilmeyen ablamın bu hali içten içe güldürüyor beni.
Ama gülmeye cesaretim yok.

Ramazan 9
'Niye böyle yapıyorlar?' Ablama sordum, 'Büyüyünce anlarsın..' dedi.
Zaten başka ne der ki... Anneme sordum, Ramazan dedi. Babama sordum, Oruç dedi.
Bu Ramazan ve Oruç isimli iki kişi, bizimkilere yeme-içme yasağı koymuş demek.
Arkadaşım Fatma'ya sordum. Onun ailesi de gündüzleri yemek yemiyor su içmiyormuş.

Glee Cast - Halo / Walking On Sunshine

orijinalini hiç sevmemiştim ama bu versiyon bayağı hoşuma gitti :)





sözleri de böyle:
Glee Cast - Halo / Walking On Sunshine


Remember those walls I built
Well, baby they're tumbling down
They didn't even put up a fight
They didn't even make a sound

It's like I've been awakened
Every rule I had you breakin'
It's the risk that I'm takin'
I ain't never gonna shut you out

Everywhere I'm looking now
I'm surrounded by your embrace
Baby I can see your halo
You know you're my saving grace

RACHEL (GIRLS):
You're everything I need and more (I'm walking on sunshine, wooah)
It's written all over your face
Baby I can feel your halo (I'm walking on sunshine, wooah)

GIRLS:
And don't it feel good!

I can feel your halo halo halo
I can see your halo halo halo
I can feel your halo halo halo (I'm walking on sunshine, wooah)
I can see your halo halo halo (I'm walking on sunshine, wooah)

And don't it feel good!

I used to think maybe you loved me now baby I'm sure
And I just cant wait till the day when you knock on my door

RACHEL:
Oh now now!

GIRLS:
I'm walking on sunshine, wooah!
I'm walking on sunshine, wooah!
I'm walking on sunshine, wooah ohoh!
And don't it feel good!

I can feel your halo halo halo
I can see your halo halo halo
I can feel your halo halo halo
I can see your halo halo halo

I can feel your halo halo halo
I can see your halo halo halo

RACHEL:
I can see your halo
HALO!

Dünya ne kadar da küçük...

dinledikçe aklınıza cem uzan ve yarım ekmek köfte mitingleri gelmiyorsayorsa şanslısınız demektir :) dinleyiniz ve sadece parçanın tadını çıkarın:

emelia - big big world
I'm a big big girl / Ben büyük büyük bir kızım

In a big big world / Büyük büyük bir dünyada

It's not a big big thing if you leave me / Bu büyük büyük bir şey değil, eğer beni terkedersen

But I do do feel that / Ama ben çok çok hissediyorum ki

I do do will miss you much / Seni çok çok özleyeceğim

Miss you much... / Çok özleyeceğim

Earlimart - It's okay to think about ending

house md 1x17 bölümünde çalan şarkı hiç ilginizi çekmemiş olabilir. ama bir şans vermekte yarar var, melankolikler dinlemesin, sonra ağlayıp sızlanırsanız ben sorumlu değilim.


It's Okay to Think About Ending
Earlimart
It's okay, to think about ending
And it's okay, to not even start
Put it away, wait 'til tomorrow
Put it away, and take care of your heart
of your heart

Mutsuzluk nedir?



yalnızlık, kaybetmek, parçalanmalar ve bitişlerin beraberinde getirdiği his.

***

kanıksanır fakat benimsenemez. her sabah 6'da kalkıp, bi türlü alışamamak gibi.

***

duvarlar, siyah, gökyüzü, kısa nefesler, sıkılma, ölüm gibi kelimelerin birleşiminden oluşan ruh hali.

***

endorfin salgılayamama durumudur özetle. yüksek derecede bulaşıcıdır, yalnızlığa iter, paylaşılmaz.

***

kisinin kendini ister istemez yalnizliga itmesine sebep olur..sanki icinizdeki enerji emilmiş gibidir hic bir sey yapmak istemezsiniz, kimseyi cekicek ya da kaprislerine katlanacak gucunuz yoktur.surekli dusunursunuz ama bosunadir cunku aslinda varilcak bir sonuc yoktur* ya da siz varamazsiniz

keske su anda hersey burda bitse dersiniz.

***

Unutkanlık testi

Okurken dinleyelim efendim: 1 nisanda izmire gelen ferit feryat abimizin pek hoş bir eseri. tanıdık geldi ama bir türlü çıkaramadım bizdeki karşılığını. bir kaç tane türkü ismi duydum ama o türkülerin çeşitli versiyonlarını dinledim, kendi içlerinde bile birbirlerine benzemiyorlardı.
canım rubabem (robabeh jan) kemanı öttüren abimizden sevip de göstermeyenlere gelsin:






"Canım Rubabe'm" - Ferit Faryat Abimiz


Bu sabah hazırlandım ve evden çıkmak üzereydim.
Sanırım herşey tamam çıkabilirim dedim.
Ayakkabımı giyip tam kapıyı cekecektim ki, anahtarı almadığımın tefrikine nail oldum, ev arkadaşımdan anahtarını rica edip kapıya yöneldim. ayakkabılarımı özenle çıkarıp masanın üzerindeki anahtarı alıp, ev arkadşımı daha fazla bekletmeden ayakkabılarımı bu sefer özensizce hızla giyip asansöre yöneldim.


30 saniye kadar zaman geçmedi ki asansörden çıkarken cüzdanı da almadığımı farkettim ve mahcup bir şekilde "yukarı çıkmalıyım arkadaşım" dedim.
Neyse çıktık. Yine ayakkabıları çıkarıp odama geldim.
Baktım cüzdan görünürde yok. Kesin burdadır dediğim birkaç yere bakarbakmaz bulamayacağımı anladım. "bulamayacağım, arkadaşım sen gec kalma diye" diye gercekten ümitsizce odadan çıkıp, elimi kolumu sallarken elim omuzumdaki çantanın dış bölmesine carptı ve cüzdanımın orda olduğunu farkettim ve sevinmiş olarak tekrar yola düştük.

50 metre bile uzaklaşmadan, ev arkadaşımın da telefonunu evde unuttuğunu farkettik :) şarjda unutmuştu, çok genel ve klasik bir unutkanlık, klinik değeri olmayan bir durum.

"in-çık yoruldum, bugün de telefonsuz gideyim okula" diyerek
geri dönme isteğimin önüne geçti.

okula geldim. kitap-defter bakınırken öğlen oldu yemekhaneye birlikte gitmek için gelen arkadaşımla çıktık. yolun yarısına kadar arkadaşıma evden çıkarken yaşadığım unutkanlıkları anlattım. her nasılsa, yemek için gerekli öğrenci kimliğimi almadığımı farkettim, bababa! sanki bugun ilk defa bisi unuttum!? o kadar yolu arkadaşımın geri gelmesini istemedim, sen git ben geliyorum dedim. evet taa eczacılık fak'ın ordan bölüme gelip kimligi cüzdanı alıp yemekhaneye geri geldim. neyse ki arkadaşım o sıralar bitmek tükenmek bilmeyen yemekhane sırasında bekliyordu henüz onu çok bekletmeden yetiştim, birlikte beklemeye başladık.

öğleden sonra arkadaşlarla birlikte bir sınav için çalışma yapacaktık, sınıfa geldiğimde unutkanlıklarımın sandığımdan daha çok olduğunu ispatlayan birşey daha farkettim :)
derste not aldığım defteri yanıma almamışım. yapacak bişey yok, notlarım olmadan çalışmaya devam ettim.

akşam çıkışta 9'a kadar başka bir arkadaşla lafladıktan sonra, durakta hareket etmek üzere olan 568'e bindim. bindim ama amacım biraz yolu uzatıp o arada kitap okumaktı.
otobüs kalabalıktı, 3 durak sonra indim ayakta kitap okuyamam diye.

165-565 gelsin de hemen gideyim diye beklerken 20dk daha geçti durakta tek başıma oturmuş düşüncelere dalmıştım.
birden boş sayılabilecek bir 568 geldi, hemen sevindim. bindim. kendime iyi ışık alabilecek bir yer sectim.
"ohh dedim, artık rahatça kitabımı okuyabilirim. 568 numaralı otobüs 15 dk'ya mâl olacak bana ama olsun, buna değer" diye düşünürken çantamı açtım. bil bakalım ne oldu :))) okunacak kitabımı da almayı unutmuşum. yok artık dedim (bu cümle sansürlenmiştir). sabahtan beri kaçıncı unutkanlığım bu diye sayıp sövdüm kendi kendime..

bugünüm böyle unutmak ve hatırlamakla geçti sevgili.. ee iiiaa sevgili blogır. başka neleri unuttum bugün, henüz bilmiyorum :D güldüğüme bakma, nasıl tepki vereceğimi de bilmiyorum şuan.

hatırlamışken ekleyeyim: aklima geldi birden. öğle arasında çakmak diye flash diski almıştım yanıma. unutkanlıkların yanında bu dalgınlık da sayılır demi :P nolur bunu da say :))

her neyse.. anlayan anladı.


bir de unutkanlık için kısa bir test varmış: %bi milyon unutkan çıktım ben, tıbbi müdahale gerekli artık :D

Testin sahibi burasıdır, güvenilirliği "ben bilmem, beyim bilir" kıvamındadır.

UNUTKANLIK SKALASINDA NERDESİNİZ?

Bu test sizin unutkanlık skalasında nerede olduğunuzu anlamanıza yardımcı olabilir. Vereceğiniz her "Evet" cevabı için kendinize 1 puan verin

Hafıza sorunu yaşıyor musunuz?

Bir işe konsantre olurken zorlanıyor ve sık sık kafanız karışıyor mu?

Çok iyi tanıdığınız birinin zaman zaman ismini unuttuğunuz oluyor mu?

• Çoğu zaman geçmişle ilgili bazı ayrıntıları hatırlayıp da dün ne yaptığınızı unuttuğunuz anlar oluyor mu?

• Haftanın hangi gününde olduğunuzu unuttuğunuz oluyor mu?

• Bir şeyleri aramaya kalkıp da sonradan ne aradığınızı unuttuğunuz oluyor mu?

• Ailenizden birileri ya da arkadaşlarınız, sizin eskisine nazaran daha unutkan olmaya başladığınızı söylüyorlar mı?

• Sıklıkla zihinsel bir yorgunluk hissediyor musunuz?

• 1 Saatten fazla bir işe konsantre olamadığınızı hissediyor musunuz?

• Sık sık anahtarınızı unuttuğunuz oluyor mu?

• Sürekli söylediğiniz bir şeyi tekrar ediyor musunuz?

• Bir şeyleri öğrenirken artık zorlandığınızı hissediyor musunuz?

• Bazen yapmaya çalıştığınız bir şeyi bir anda aslını unutuyor musunuz?

• Herhangi bir şey için kullanacağınız rakamları, bir yere not etmeden hatırlayamıyor musunuz?

PUANLAMA

1-5:Hafızanızla ilgili büyük bir probleminiz bulunmuyor, ancak sizin yine de hafızanızı daha da keskinleştirmek için doğal takviyeler ve güçlendiriciler kullanabilirsiniz.

6-10:Hafızanızın kesinlikle bir güçlendiriciye ihtiyacı var, beyniniz zor durumda. Unutkanlıktan kurtulmak için kimi egzersizler uygulamalı ve stresten uzak durmalısınız.

11-14:Önemli ölçüde hafıza düşüşü yaşıyorsunuz ve bunun üzerine bir şeyler yapmak zorundasınız. Bir uzmana görünüp bu hafıza düşüşünün nedenini araştırmalısınız. Belki de stres hormonlarındaki dengesizlikten de böyle bir sorun yaşıyor olabilirsiniz.

Ezginin Günlüğü yeni albüm çıkarmış

Bu güzel şarkıyı az önce dinleme firsatim oldu. Ezginin günlüğünden başkasına yakıştıramazdım.


Ver Elini
Ezginin Günlüğü
Artık bu aşk adam olmaz
İster sakla ister at
Okula boşuna gitmişim demek
Bir derste öğretti hayat
Ver elini güzelim gidelim buralardan
Gidelim başka denizlere
Ver elini güzelim gidelim buralardan
Gidelim yalansız bir yere
Ben bu dersten çaktım hocam
Defterinden beni sil
Tenefüste baktım hocam
Benim dünyam bu değil.

Severek öldürmek..


Gurbet türküsü - kürdi saz eseri (merhaba)
N. Nalbantoğlu, G. Baktagir, Y. Tokcan, İ. Kızıl



İlk insandan beri, cinayetler çok farklı yöntemlerle işlense de, en çok kullanilan yöntem, göreceli olmakla birlikte, 'maktül'e bir enerji yüklemesi yapmak prensibine dayanır. Pek birşey anlamadım diyenlere açıklıyorum, örneğin: en basitinden eline bir sopa aldın ve zarar vermek istediğin birine vurdun bunula. sonuç olarak sopanın kazandığı hız ile toplam mekanik enejisi yükseldi ve muhattabına değdiği anda, klasik bir çarpışmadan bahsedersek, sahip olduğu kinetik enerjinin önemli bir bölümünü o kişiye aktardık. bu enerji o zavalli adamı kızırtır, morartır veya bir kemiğinin direncinden fazlaysa onu kırabilir, hayatına mâl olabilir, birçok etki gözlenebilir.

sopa yerine keskinliği ve dayanıklılığı ön plana çıkarılmış başka bir araç kullanırsak mesela, kılıç. keskinliği artırmak için inceltilmiş yan yüzeyi, aslında düşürülen yüzey alanı ile basıncın artırılması prensibine dayanır. o yüzden parmağınızı göğsünüze bastırdığınızda derinizi delip girmez ama ince uclu bir iğne çok rahat vücudunuzda bir yere girebilir. herneyse, basıncı da anlattıktan sonra konumuza dönelim. sopa kılıçla bakış açımıza göre aynı mantıkla işleyen ateşli silahlar. burda nükleer veya kimyasal silahlar değil, bildiğimiz mermi+çekirdek mantığıyla çalışan konvansiyonle silahları düşünürsek, çok büyük olan iki dünya savaşında da yoğun olarak kullan top tüfek tabancalar.. elimizi yormadan enerji aktarımında kullandığımız tehlikeli ve aslen benim karşı olduğum araçlar. barutun etkisiyle büyük bir hıza ulaşan mermi cekirdeği, hedefiyle buluştuğu anda ona bütün enerjisini artırmaktadır. E=1/2*m*v^2 formülüne aşina olanlar 300m/s hıza sahip bir merminin hedefine saplandığında ne kadar enerji taşıdığını hesaplayadursunlar, bunun ciddi sonuçları olduğunu hepimiz tahmin edebiliriz.

şimdi, enerjisi artan cisim doğal dengesinden uzaklaşır. elmaya ateş edersen, muza ateş edersen patlar, dayanamaz o enerji artışına. önemsediğiniz birinden tokat yerseniz yüzünüz yanmaz sadece, içinizde de kırılır birşeyler.
eğer düşüncelerin de bir şekilde enerji boyutunda bir karşılığı olduğunu da kabul edersek, konumuzun başlığına dönmüş oluruz.




beynimizini gizemli sokaklarında gezindikçe onu aslinda hiç tanımadğımızı görüyoruz ve bildiğimizden daha çok ve farklı işlevleri olduğuna daha çok inanıyoruz. mesela en popüler olan fikirlerden biri, düşünce gücü, beyinden yayılan dalgalarla maddelere hükmetme, onları hareket ettirebilme. kalp en mühim organımız gibi görünsede aslında, beyninib ir hizmetkarıdır o da. acılarımız sevinçlerimiz o yumruk büyüklüğündeki kas yığınıda değil, beyinimizin minnacık köşelerinde gerçekleşen kimyasal değişimlerdir. eğer ki, yoğun ve yüksek enerji ihtiva eden düşüncelerini bir sevdiğinze yöneltirseniz, ona (tezimizin dayanak noktasınadaki varsayima göre) enerji transfer etmiş olursunuz. ve özellikle o kişi cinsiyet olarak dişilerdense, bu kararsızlığı daha da fazla olabilir. sadece sevgi dediğimiz ve tanımı belli olmayan bir duygu değil, nefret, kıskançlık, aşk denen muamma, ve kelimelere dökülemeyen 32bin histen bir çoğu karşınızdakine değidiği anda zihnine vurulmuş kesici bir samuray kılıcı etkisi yapar ya da, koparmak üzere tasarlanmış yatağan saldırmasına eşdeğer etkiye sahip olur.



bu kadar anlattık ne anlamalıyız?
siz şimdi her zamanki gibi istediğinizi anladınız.
zihninizde elbette çok farklı çağrışımları olabilir. gelmek istediğim nokta şudur; nasıl ki silahları sevdiklerimize doğrultmamamız gerekir, aynı şekilde duygularinizi da öldürmek istemediğiniz hiçbirşeye yöneltmeyiniz aziz kaarilerim, dostunuz düşmanınız ya da tanıyıp bildiğiniz birini eleştirirken, bir fikrinizi anlatırken, bir duygunuzdan bahsederken iyi güzel birşey olsa bile. Bana göre, böyledir, sana ise görecelidir.

Selçuk Erdemle Gülmece güldürmece

Evet sevgili minikler, Selçuk erdem ile sevdigim karikatürler bize aslında bir-iki cümleden fazlasini anlatiyor. Alın bakın gülün güldürün, beğenmezseniz daha iyisini getirin birlikte gülelim.
arada bir şunu bunu yaparım dediğime bakmayın, şimdi ne varsa o öylece kalır. o yüzden ileride daha güzellerini eklerim diye birşey söylemiyorum size. hadi sizin için birer cümle yazayım her bir karikatüre.
1-kurt kibirli kiza kapak niteliğinde bir çift lafı nakşetmiş, olay budur. gülünür ve geçilir efendim. :) burda kurdun tarafindayim.

2- i**e tavuk çocuğun iştahını kaçırmak için işbaşında, işini yapiyor, gayet yeterli bir i***lik sergilemiş. tebrikler..


3-hayattan bir kesit, gülmekten ziyade düşünmeyi tetikleyen bir durum söz konusu. Çoğu zaman hayatta yanılgılarımız etkilidir, bilerek yaptıklarımızdan çok farkında olmadıklarımız bizi dertten derde sokar. kedi de haklıdır ayrıca.


on yüz bininici karikatür, yoruldum hemen. en sevdiğimi en sona bıraktım. " amel defterinizi inceledik. Çok hoş amelleriniz var sizi daha sonra arayacağız" diye efsaneleştirdiğim sevimli bir selçuk erdem çiziğidir efendim. Tabi, kime göre neye göre :)

fareleri de takdir ediyorum.